BATI ERMENİSTAN – Sasun’dan Batı Ermenistan’a 1894-1923’te göç edebilen insanlar, o kara yıllarda sevdiklerini kaybetmiş, değerlerini geride bırakmak zorunda kalmış olsalar da memleketlerine duydukları sevgiyi hiçbir zaman yitirmemişlerdi. Duydukları sevgi o kadar köklüydü ki Ermenistan’a göçüp yerleşmek zorunda kaldıkları yeni topraklar dahi memleketlerini çağrıştırıyordu. Öyle ki yerleşmek için seçtikleri bölgenin coğrafik yapısı Sasun’u andırsa da sınıra en yakın noktalardan biri olması yer seçimindeki asıl nedendi. Gerçi yeni köyleri, sınır açıldığında Sasun’a gitmek için yolu bir, bilemediniz iki günlük yürüme mesafesi kadar kısaltmış olacaktı.
ma onlar için bu zaman dilimi o kadar önemliydi ki köylerine bir an önce kavuşabilme düşüncesiyle, yerleştikleri bölgenin çorak olmasını dahi umursamamışlardı.
RÜYALAR SINIR TANIMAZ
Yaşanan süreç normale döndüğünde hemen geri dönebileceklerine inandıkları için kendilerine doğru dürüst bir ev yapmaya dahi gerek duymamışlardı. Bu yüzden ilk yıllarda umutlarına sarılarak, derme çatma evlerde yaşamış, bulundukları taşlık ve kayalık bölgede, binbir zorlukla tarım yapmak zorunda kalmışlardı. Ne yazık ki yaralı kalplerindeki kocaman umutlarına rağmen, sadece ülkeleri değil, aileleri ve birbirleri için çarpan yürekleri de ayıran o sınır, karşılarında aşılmaz duvar olarak durmaya devam etmişti. Neyse ki insanların oluşturduğu sınırlar geçilmez olsa da rüyalar sınır tanımıyordu. Köylerinden ayrı kaldıkları yıllar içerisinde büyüyen özlemleri, onların bilinçaltlarını faaliyete geçirmiş, geceleri rüyalarında uçarak sınırın ardında kalan köylerine gidip bir nebze de olsa özlemlerini dindirebilmişlerdi.
Sasun’dan uzak topraklarda doğan yeni nesil yetiştiğinde memlekete duyulan özlem de çocuklara anlatılan hikayelerde hayat bulmaya başlamış, öyle ki o hikayelerle büyüyen çocuklar, sınırın ötesinde yer alan, hiç görmedikleri memleketlerini bu sayede karış karış tanıyabilmişti. Ermenistan’da doğan ilk neslin yüreğine ekilen memleket sevgisi, tomurcuklanarak çiçek açtığında, onlar da tıpkı anne babaları gibi köylerine kavuşacakları günü beklemeye başlamışlar. Ancak geçen uzun yıllara rağmen beklenen o günün gelmediğini gören insanların umutları bir bir sönünce, istemeyerek de olsa memleketlerine kavuşamayacakları gerçeğini kabullenmek zorunda kalmışlar.
İyi bir öğretmen olan zaman, insanlara yüreklerinin derinliklerinde sakladıkları özlemle yaşamayı öğretir. Gerçi zaman iyi bir öğretmen olsa da tıpkı bu yazının kahramanı Çoço* Sose gibi, yaşlılığın getirdiği rahatsızlıklar nedeniyle unutkanlığın pençesine düşenlere söz geçirmek ne mümkün!
“SASUN’A, EVİME GİDİYORUM!”
Yıllar yılı kalbine gömdüğü memleket sevgisiyle yaşayan ama yaşını aldıkça unutkanlığı da artarak çoğalan Çoço Sose, günün birinde aniden ortadan kaybolur. Tüm köy halkı seferber olup kayalıklardan ağaçlıklara varıncaya kadar her yeri didik didik arasalar da Çoço Sose’den en ufak bir ize rastlayamazlar. Saatler süren aramalar sonrasında, tükenmeye yüz tutan umutları, karakoldan gelen bir haberle yeniden yeşerir. Sınırı geçmek isteyen yaşlı bir kadının bulunduğu bilgisini duyan çocukları, bulunan kişinin anneleri olduğuna ihtimal vermeseler de bir umut uğruna yola koyulur. Karakolda karşılarında annelerini gördüklerinde ise şaşkınlıkları da en az sevinçleri kadar büyük olur. Askerler Çoço Sose’nin
gece vakti sınırı geçmek isterken yakalandığını söyler. Yaşlı kadının sorulara cevabı ise her seferinde aynı olur: “Sasun’a, evime gidiyorum!” Bunu duyan çocuklarının olup biteni anlamaları uzun sürmez. Çoço Sose’nin hastalığıyla birlikte başlayan unutkanlığı, yaşadığı köyü yabancı bir yer olarak algılamasına neden olmaktaydı. Son zamanlarda çocukluğunun köyünden ve eski yaşamından sık sık bahsetmeye başlamıştı. Muhtemelen o gün de hafızası Çoço Sose’yi tekrar eskilere götürmüş olmalı. Ancak bu kez sadece sınırın gerisinde kalmış olan evini hatırlamakla kalmamış yaşlı kadın; aynı zamanda yollara da düşmüştü.
Çoço Sose’nin bu durumu, sınırda görev yapmakta olan askerler de dahil olmak üzere herkesin gözlerini yaşartsa da onu memleketine götürmek mümkün olmayacağından, işlemler bittikten sonra yaşlı kadını tekrar köye geri götürmek zorunda kalırlar. Hafızası silinmeye devam ettikçe artık sadece geçmişiyle yaşayan Çoço Sose, sürekli Sasun’daki evini arar dururmuş.
SINIR KARAKOLUNUN MİSAFİRİ
Köyüne gitmek arzusu yaşlı kadının sık sık kaybolmasına neden olmaya başlamıştı. Onun her kayboluşu, ailesinin gelip almasına kadar misafir edildiği sınır karakolunda son bulurdu. Ancak Çoço Sose’nin elden ayaktan düşmesiyle, sınırdaki askerlerin nineleri yerine koydukları Sose’nin misafirlik süreci de sonlanmış oldu. Yaşlı kadının o bitmek bilmeyen memleket hasreti, ancak gözlerini -sınırların ve ayrılıkların olmadığı bir dünyada açmak üzere- kapattığında, sona ermişti.
ATA TOPRAĞININ KOKUSU
Çocuklarına miras olarak atalarına ait toprakları değil, Sasun’a duyduğu özlemi ve bitmek tükenmek bilmeyen o büyük memleket sevgisini bırakan Çoço Sose’nin torunlarından biri, yıllar sonra sınırı aşıp ninesinin memleketini ziyaret etme şansına sahip oldu. Geri döndüğünde genci yaşlısı tüm köy halkı, onu gözyaşları içinde “Ne mutlu senin gözlerine çünkü onlar Sasun’u gördüler” diye karşıladı. Ertesi gün de torununun Sasun’dan getirdiği bir avuç toprağı, Çoço Sose’nin mezarının üzerine serptiler. Sonunda o çok sevdiği ata toprağının kokusuna mezarda da olsa kavuştu. Veya kavuşmuştu.
*Çoço Sasun Ermenice’sinde büyük anne/nine. Muhtemelen “büyük” anlamında kullanılan coc-çoç kelimesinden türemiş.
Bu konuda basın ajansı «sasun.org » bilgilendiriyor
Hatırlatalım ki, 29 Aralık 1917 tarihinde, Sovyet Rusya’nın Halk Meclisi Konseyi tarafından kabul edilen “Türkiye Ermenistan’ı Hakkında”ki (Batı Ermenistan) kararnameyle Ermenilerin tam bağımsızlığa kadar varabilecek kendi kaderini tayin hakkını tanıdı. Batı Ermenistan’ı ayrıca 19 Ocak 1920 tarihinde Paris Konferansında Müttefik Devletler Yüksek Konseyi de facto ve 11 Mayıs 1920 tarihindeki San-Remo Konferansı sırasında ise bağımsız ve egemen bir devlet olarak de jure tanındı. Sınırları, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Woodrow Wilson tarafından 22 Kasım 1920 tarihinde çizilmiş olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler Teşkilatı (BMT) bunu Türkiye’nin işgali sebebiyle tanınmaktadır.
Batı Ermenistan Devleti, Türkiye tarafından esir alındığı için “BMT” tarafından tanınmadığını zorunlu olarak hatırlatırız.
1894’ten 1923 yıllarına kadar Batı Ermenistan’ın işgal altındaki topraklarında yerli otokton Ermeni halkı üç Türk hükümetleri tarafından Soykırıma uğratıldığın da ayrıca hatırlatırız.