BATI ERMENİSTAN – Ariler kimdir? Ariler belli bir ırkın adı olmaktan öte Hint avrupa dil ailesinden her¬hangi birini konuşan ve Sanskritçe “Soylu akraba anlamına” gelir. M.Ö en az 2000 ile 10.000 yılları arasında Güney Rusya başta olmak üzere toprak arayan kabileler, at evcilleştirdikleri için düşmanları tarafından yenilmezler olarak anılmışlar, daha sonraları tekerlekli savaş kağnılarını da bulan Ariler savaş alanında o güne kadar erişilmemiş bir güce ve hareket kabiliyetine ulaştılar.
Böylece yeni topraklar elde eden Ariler, yerleşik bir uygarlığın temellerini atmakla kal-mayıp, o topraklarda yaşayan diğer halklarla kaynaşmış ve Latince, Grekçe gibi dillerin de te-mellerini atmış oluyorlardı.
Arya kültürü M.Ö 1500-1000 yılları arasında yaşamış olan ilk Arya din kurucusu Zer-düşt’ün kutsal kitabının adıdır, sözcük anlamı temel açıklayıcı bilgi olan bu metinler 12 bin öküz derisi üzerine yazılmıştı. Büyük İskender eski adıyla Arya ülkesi olan daha sonra Eran şimdilerde de İran olan toprakları ele geçirmek için başlattığı savaşta söz konusu metinlerin 17 cilt tutacak kadarını yakmıştı. Bu savaştan kaçıp Hindistanın Bombay bölgesine göç eden Arya taraftarları yakılmaktan kurtulan bölümleri birlikte götürdüler. İşte ilk kez batı dillerine 17 y.y.da Fransız asıllı Anguetil-Dupperon tarafından çevrilen metinler bu Bombay’daki me¬tinlerdir.

Antik Dönem

Kral Argişti’nin İ.Ö 782’de kurduğu Erebuni (Erivan) kentindeki saray ve tapınaklarda gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda, benzersiz freskler gün ışığına çıkarılmıştır.
Antik Ermenistan’ın başkentleri Armauir, Yervandaşat ve Ardaşat’ta yer alan görkemli saray ve tapınaklarda, pagan (çok tanrılı) dönemi tanrılarının heykelleri vardı. Bunlardan ana tanrıça Anahid’in başı, Londra’daki British Museum’da bulunmaktadır.
Ermeniler de diğer tüm pagan halklar gibi Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra çok tanrılı döneme ait tapınakları yakıp yıkmışlar; yerlerine yeni inançlarından esinlendikleri bazilika ve kiliseler inşa etmişlerdir. Bu nedenle de pagan dünyadan günümüze çok az yapı ulaşabilmiş¬tir.
Ne var ki, Hellenistik kalıntılar üzerine 1. yy’da kurulan Garni Tapınağı’nın ilk Ermeni yapılarının mimarisi üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur.
Garni’de mitolojik bir sahneyi betimleyen 3. yy’a ait görkemli bir mozaik gün ışığına çı-karılmıştır.
Anayurtlarını Taşların Ülkesi olarak adlandıran Ermeniler’in ulusal sanatı, haçkar (taş haç)’dır. Haçkarlar aynı zamanda evrensel sanatın da önemli bir olgusudur. Ermeni taş işçili¬ğinin özgün türü olan haçkarlar adak, anma ya da mezar stellerdir. Bir 12-13 yy. buluşu olan haçkarlar, yüzleri batıya dönük olmak üzere bir tabana oturtulur; üzerlerine grafit ya da çoğu kez çeşitli biçimlerde kartuş bezemeli ince oymalardan bir haç işlenirdi.
Genellikle manastırların çerçevesinde inşa edilen bu taş anıtlar; kilise, köprü, kuyu, yol yapımı gibi önemli olayları belgelemek amacıyla dikilirdi. Bitkisel ve geometrik motifler içe¬ren, 20 bine yakın haçkar arasında benzer iki eşe rastlanmaz.

Arevortik, Şemsiler, Güneşoğulları:

Aryen toplumlar incelenirken ari kültür ve sanatının bütün dönemlerinde anonim özel¬lik gösterdiğini görmüştük. Eski çağ toplumlarında olduğu gibi alilerde sanat ve kültürün baş belirleyicisinin din olduğu açıklanmıştır. Bu kuralın Doğu aryen toplumlarında da geçerli ol-duğunu görmekteyiz. Aryen toplumlarındaki gök ve güneşi temsil eden baş tanrıları bazı kü¬çük isim değişiklikleri de olsa aynı görevi yüklenmişlerdir. Teşup, Mitra, Haldi, Kybele Ana¬hit gibi aryen kökenli tanrılar birbirlerinin adaptasyonu olup, aynı saygı derecesine sahiptirler. Ortak dinin ortak kültürü doğuracağını biliyoruz. Mitra güneş aydınlık bereket savaş ve anlaş¬ma tanrısı olup insanlığın koruyuculuğu ile görevlendirilmiştir.
Güneş kültürünün diğer temsilcilerinden biri de tanrıça Anahit (artemis) olup ana tanrıça sıfatıyla bolluk bereket ve doğurganlık sembolüdür. Aşk tanrıçası olarak da belirginleşen Anahit Lidya ve Ermeni kültüründe bazan saf ve temiz bir bakire olarak görülmektedir. Erez (Erzincan) da bu tanrıçaya ait tapınaklar vardı.

Ateş Kültü;

Ateş yaşam kaynağı olan güneşin yer yüzündeki temsilcisi ve onun bir par-çasıdır, ışık ve ısı kaynağıdır, bitkiler ve hayvanlar ve insanlar kısaca canlılar ısı ve ışık ile ya¬şayıp gelişebilirler, ısı ve aydınlığın olduğu yerde kötülükler ve mikroplar gelişemezler. Bu nedenle ateş kutsaldır insanlar ve hayvanlar vücutlarında ısı taşıdıkları için onlar da bu yönleri ile kutsal sayılır. Bu yaşamın kutsallığını doğurur, günümüzde ateş eriticiliği nedeniyle sana¬tın ve tekniğin de ana enerjisini oluşturmaktadır. Görüldüğü gibi ateş kültürünün mantığa ve tekniğe aykırı olan her hangi bir yönü olmadığından, güncelliğini sonsuza kadar koruyacaktır.
Ateş kültürünün gelişip simgeleştiği ana odaklar dağlık alanlarıdır. Aryen bölgesinin dağları bu kültün doğup geliştiği merkezleridir. Özellikle zakroslar ve Doğu Toroslarda yeşe¬rerek diğer alanlara yayılan bu kültür daha sonraki dönemlerde Nemrut dağında simgeleştire¬rek burayı tanrılar mabeti haline getirmişlerdir.
Arevortik güneşoğulları hiç bir tanrıyı veya dini reddetmiyor ve yasaklamıyor sadece iyi ve kötüyü göstererek önerilerde bulunuyor. Temel felsefe olarak sevgiyi ve bilgeliği çalışkan¬lığı ve doğruluğu iyinin öğeleri olarak önermektedir. Bütün iyi şeyleri yapan insan olduğuna göre onun kutsallığı söz konusudur, insanlar eşittir ve kardeştirler çalışmak ve üretmek kutsal¬dır.
Büyü fal gibi gerçek dışı yöntemler bilime ve mantığa ters düştüğü için Şemsilikte red-dedilmiştir, ışık aydınlık ısı alan bir ortam güneşten nasibini alan bir yüceliğe sahip olup bu¬nun ana kaynağı güneştir. İyi tanrı güneşinde bulunduğu gökyüzünde yer alır simgesi güneş¬tir, güneşin yer yüzündeki temsilcisi ise ateş olup güneşin de bulunduğu bir parça sayılır. Bu nedenle ateş de kutsaldır. Büyük İskender ve Romalılar aryan bölgesini işgal ettiklerinde bu¬raya Helenizm, Latin kültürünü yaymak çabasında idiler. Ancak bunlara göre çok üstün de¬ğerler taşıyan Arevortikler buna engel idi. Özellikle eski orta çağlarda olmak üzere yapılan sa¬nat eserlerinin dini amaçlı olduğunu biliyoruz, tanrı tapınak ve heykelleri yapılmıştır. Ateşgede (ateş sunak) yapılmıştır. Ateş sunaklarının Makedonyalılar Romalılar Araplar Moğollar ta¬rafından tahrip edilmişti. Son arya krallıklarından Kommajen (Adıyaman) Nemrut dağında oluşturacağı tanrılar meclisinde değişik dönem ve mekanlardaki Arya tanrıları bir araya gele¬ceklerdi. Urartularda sanat ağacın ölümsüzlüğüne inanan arya halkı hayat ağacı kültürü geliş¬tirmişlerdi, stilize edilen hayat ağacı motifi ölümsüzlüğün yinelenmenin simgesi olup koruyu¬culuğu da bünyesinde taşımaktadır. Bütün sanat öğelerini işlenen hayat ağacı motifini dini amaçla gizemli kült yapılmakta idi. Urartular suyun da kutsallığına inanmakta olup su kaynak¬larının sürekliliği hayatın sürekliliği ile eşleştirmekteydi.
Toprağın üretime açılmasıyla birlikte tarımın yapılabilmesi için zorunlu olan yağmur ışık ve sıcaklığın gökte olduğu ve bu elementlerin tümünün güneşte cisimleştiği dolayısıyla yer yüzündeki bolluk ve bereketin ya da kıtlık sefaleti kötülüğü bağlı olduğu inancı Mıtracılığın en önemli özelliğidir. Güneşin yeryüzünde kıtlığı sefaleti kötülüğü soğuğu karanlığı kaldı¬rıp yerine bereket kolluğu güzelliği ve aydınlığı getirdiğine de inanılmaktadır. Topraktan ürün elde etmenin toprağı üretime açmanın güzel bir yaşama ulaşmanın ancak güneş ve sıcaklıkla gerçekleşeceğine inanıldığından güneş bu inançla kutsallaştırılmıştır. Güneşin kutsallığı ve ibadetteki yeri; Bir çok dinde olduğu gibi Şemsi inancında da hiyerarşik ve sistemli bir sosyal yapı ve onun içinde yapılanması farz olan kurallar vardır. Güneşin ışığın ve aydınlığın kutsal sayılmasından dolayı ışığın aydınlığın ve ateşin simgeleştiği güneşe minnettarlıklarını bildir¬mek için günde üç defa yüzlerini güneşe dönerek ibadet ederler, ibadetlerini sabah güneşinin ilk doğduğu öğle güneşinin tam hakimiyetini sağladığı ve akşam güneşin bolluğu sırada güne¬şe doğru yaparlardı.
Arevortik Şemsilerde Taş işçiliği: Sanatta ölümsüzlüğü hedefleyen diğer arya toplumla- rında olduğu gibi Urartularda taş kaya işçiliğine çok önem vermişlerdir. Pek çok şehirdeki sa¬ray ve tapınaklar ana kayaların oyulması ile elde edilmiştir. Büyük taş bloklar şekillendirile-
rek kale duvarlarına yerleştirilmiştir. Büyük kayalar düzleştirilerek yazıtlar işlenmiştir. Bunla¬rın ötesinde çok sert olan bazalit kayalarına kabartma tekniği ile dantel gibi motifler işlenmiş¬tir. Adilcevaz kaya bloklarındaki Tanrı Haldi ve Teişeba kabartmaları akıllara durgunluk ve¬ren bir sabır ve ustalığın sıcak ilginin görkemli sonucudur, sanatçı işlemesi çok zor bazalt ka¬yalarına modelleri saygı uyandıracak nitelikte dantel işler gibi en ufak ayrıntısına kadar ka¬bartma tekniği ile işlenmiştir, zengin bezeme öğeleri hiç bir karışıklığa uğramadan özellikle tanrı giysileri üzerine başarı ile işlenmiştir.

Maden işçiliği:

Ari toplumlarında görülen maden işçiliğinin Urartu döneminde büyük bir gelişme gösterdiği elde edilen arkeolojik eserlerden anlaşılmıştır. Madenlerin ilk defa aryalarca keşf edilip insanlık hizmetine sunulduğu göz önüne alınınca bunun doğallığı kendili¬ğinden anlaşılır. Kalkan miğfer kemer kült kazanları çeşitli silahlar ile süs eşyaları da kullanı¬lan madenlerin hem çeşitleri hem de bunlarla yaratılan sanat eserlerinin güzellikleri hayranlık uyandırmaktadır, bakır, tunç, bronz, gümüş ve altından yapılan çeşitli malzeme üzerine kazı¬ma veya kabartma metodu ile işlenen konular Urartu sanat anlayışının bu daldaki yansıması¬dır. Savaş ve av sahneleri hayat ağacına yapılan kült törenleri tanrı betimlemeleri hayvan ve karışık yaratık motifleri ile yılan ejderleri ve simetrik bir şekilde madeni eşyalara işlenmiştir. Altın ve gümüş süs eşyaları bu konulara uygun olarak çok ince bir sanat anlayışı ile yapılmış¬tır. Madeni mühür ve Tanrı yontuları ile karışık yaratık ve hayvan heykelcikleri Urartu toplu¬mun sosyal durumunu yansıtmaktadır. Bir ekol olarak tarihte yer alan Urartu dönemi Ari halkı sanatçıları babadan oğula mesleklerini aktararak binlerce yıl süreklilik göstermişlerdir. Paga¬nizmde olduğu gibidir.
Ermeniler M.S. 301’de dünyada devlet dini olarak ilk hıristiyanlığı kabulünden önce ateşperest (gırabaşt) idiler. Hıristiyanlık döneminde eski inançlarını korumuş olanlara “arevabaşt” güneşe tapanlar denilirdi.
638-639 yıllarında Arap İslam ordusu Ermenilerin yaşadığı bölgeleri fetihten sonra Are- vortiklere “Şemsi” (arapça güneş) adı verilir.

Ermeni tanrıçalar hakkında:

Tek tanrıya tapmak yerine birçok tanrının varlığını kabul etmişlerdi. Her tanrının kendi¬ne göre özellikleri vardı. Aramazt, baba tanrı, Vahakn savaş tanrısı, Mihr ise ateş tanrısı idi. Bugün ise kadın tanrıçalar ile tanışacağız. Ateşe tapan Ermeniler tapınma ve dualarını ateşe tapılan tapınaklarda gerçekleştirirlerdi. Bugün Ermenistanda Garni tapınağı ve Mardinde Der Zafaran tapınağı ayakta kalanlardır.

Anahit:

Anahit efsanesi analık, verimlilik ve meyva verimliliğinin tannçası idi. Ermeni tanrılar¬dan baba Aramazdın kızıydı. Ünvanları ise “Altm ana”, “Ermeni kadını”, “Doyuran Ana”. Anahitin en önemli kutsal yeri yüksek Hayk Yeğeğyats kasabasının Yeriza bölgesiydi. Anahit ateşe ve güneşe tapan Ermenilerin en çok sevdiği tanrıçaydı. Anahit yunanlüarda Artemis, Romalılarda Diana’nın benzeriydi.

Nane:

Nane ateşe tapan Ermenilerin bilginlik ve doğru düşünme tanrıçası idi. Baba Ara¬mazdın kızıydı. Efsanenin tapınağı yüksek Hayk Yeğeğyats kasabasının Til bölgesinde bulun¬maktaydı. Erzurum şehrinin 8 km. kuzey batısı. Nane Yunanlılardaki Atenasın benzeriydi. Nane’nin görevi ateşe tapan Ermenilere bilginlik ve doğru düşünceyi vermekti.

Astğik:

Sevgi, güzellik ve su tanrıçasıydı. Astğik tanrı Vahakn sevgilisiydi. Astğik ve Vahkn en önemli mabet “Vahakn odasıydı”. Duruperan eyaletinin Muş’taki Aştişat bölgesiydi. Geleneğe göre Astğik akşamlan Fırat nehrinin dar bir kolunda yüzer.

İnsanlardan ayrı kalmak için Muş ovasını sis ile kaplardı. Böylelikle bu bölgenin ismi sis (mışuş) zamanla Muş olarak anıldı. Astğik Yunanlılarda Afroditin benzeriydi.

Dzovinar: 

Su deniz ve yağmur tanrıçasıydı. Gök gürültüsünün parıltının veya şimşeğin dişi ruhuy¬du. Parıltının veya şimşeğin, rüyanın simgesiydi. Bulutlu zamanlarda bulutlarda oynar, felaket getiren dolu yağmur veya verimlilik getiren yağmurları insanların üzerine yollardı. 1
M.Ö Ararat bölgesine sokulan dinler arasında esaslı surette yerleşmiş olan hatta e s.-a inançları sinesinde barındıran, özelliklerini unutturan dini inanç Arevortik (güneşoğulları) ol¬muştur. Araş Fırat bölgesinin en büyük tanrıçası olan kadın tanrıça “Anahit” İrandan gelmiş olması da bunu belirtmektedir. Anahit aşk tanrıçası doğanın bereketli ürün veren dişi unsura ve nihayet savaş ilahesiydi, yer yüzünde ayı temsil ediyordu.

Kutsal güneş tanrıçası kültürü Küçük Asyada Zela (Zile)’de Pontus ve Kapadokya’da, Akillsen, (Erzincan), Erez, Muş, Aştişatta birer tapınağı bulunuyordu. Bu güneş tapınakları çok zengindi.  Buralara yalnız yerli halk değil yabancılar da adaklar sunuyorlardı. Her iki ta¬pınakta kadın erkek birçok kutsal köleler vardı. Tapınağın sayısız sürüleri, çevresindeki arazi¬de besleniyorlardı, bu hayvanlar tabu olduklarından hiç kimse dokunamazdı. Her altı ayda bir güneşin kutsal tanrıçasının bayramı yapılırdı. Rahipler muazzam bir alay ile heykeli gezdirir¬lerdi. Bu esnada heykelin etrafında dans eden kızlar olurdu. Büyük bayram gül mevsiminde, temmuz ayında kutlanırdı. Bu sebepten Vartavar bayramı adıyla anılırdı. Muş tapınağı Antonius’un Part seferi sırasında Romalılar tarafından yağma edilmiştir. Bu sırada tanrıçanın altın heykeli parçalanmış ve askerlere paylaştırılmıştır.

Ermeniler arasında hıristiyanlığı neşretmiş olan Krikor Lusavoriç, Vartavar Bayramını kutlamakta devam etmektedir. Strabon’a göre Ana tanrıça Anahit’in Muş (Daron) heykeli To¬rik yarımadasından gelmişti. Aştişat heykeli de som altından vazolar, değerli mücevherlerle bezenmiş gümüş silahlar ve zırhlar arasında bulunuyordu. Bütün bu değerli eşyalar güneş tan¬rıçası Anahite koruyucu ana olduğu için sunulmuştu. Bu devirde Fırat üzerindeki Ani şehrin¬de kral mezarlığı yanında tanrıların atası, yerin göğün yaratıcısı Aramazt (Ahura-Mazda) adı¬na bir tapınak kurulmuştur. Burada Aramzt için boğalar, atlar, katırlar ve diğer evcil hayvan¬lar kurban edilirdi. (Ş. Günaltay S. 638)

Mithra kültürüne ait ayinler gece yapılır, bu inanca girmek isteyenler büyük ve sürekli tecrübe ve sınavlardan sonra alınırdı. Bu inancın üyelerine göre Mithra ezeli ve ebedi tanrı güneştir. Ahura Mazda nezdinde şefaatçidir namına Mithr denilen bayramlar yapılırdı.
Bu zerdüşt inancına ait isimler ve Mazdeizm teolojisinden alınmış diğer şeyler bütün bu bölge halkının hiç değilse Ahamanişler devrinde zara tuştra dininin resmi etkisi altında kalmış olduklarını belirtmektedir, esasen Darius ve Khsayarşa yazıtları da bunu teyit etmektedir.
Aslında İranda bile güneş kültürü büyük halk kitlesinin şuurla bağlandığı yegane doktrin olmamış ancak yüksek sınıfların dini olmak özelliğini korumuştur. (Ş.G. 643- 644)
Pers tanrılarının diğer dinlerin tanrıları gibi tam anlamda tapınakları yoktu, buna muka¬bil mukaddes sahaları vardı memlekette serpilmiş bir halde bulunan bu kutsal alanlar çok sa¬yıda ateşgede tekkelerine bağlı bulunuyorlardı. Yunan müellifler bu kutsal sahaların rahipleri yakıcı diye anmışlardır. Zend dilinde bu rahiplere Atharvan yorni ateş rahibi deniliyordu. Ateşgedeler kutsal saha dahilinde yüksekçe bir yerde içinde hiç sönmeden ateş yanan kül ile kaplı bir taş kovuktan ibaretti arkalanma uzun beyaz roplar başlarına uçları dudak kadar uzayan yün külahlar giyen Ataruan (Mug rahip)’lar, her gün ellerinde bir deste çalı olduğu halde kutsal sa¬haya girer ve şarap sunarlar yahut hayvan keserlerdi, kurban takdim eden bu iş için tahtadan bir balyoz (billot) kullanırdı. Demir kullanmak şiddetle yasaktı.

Pontus’ta güneş meleğine tapanlar eksik değildi. Pers dininin kapadokyadaki kutsal alan-larından en önemlisi Zela (Zile)’de idi. Strabon Zela kutsal alanının adlarını kadın tanrıça Anahit, Amanos ve Ana dutes diye kaydettiği popüler üç tanrıya hasredilmiş olduğunu yazar. Omanosun ağaçtan tasviri de Zela (Zile) sokaklarında törenle dolaştırılır. Bu günde güneşe yakılan ateşgede kadar Sacaia devresine tekabül eden yaz gün dönüşümüne doğru Zile de bü¬yük bir panayır kurulmaktadır, belki bu Omanos töreni kalıntısıdır. (Strabon)

Nerses Şnorhali’nin yazdığı gibi Samsat şehri Arevortikleri hıristiyanlığa dönüş yaparlar. Dil ırk ve milliyetleri Ermeni olan bu halk kendi istek ve arzuları ile bu yolu seçerler. Onların temsilcileri Nerses Şnorhali’nin yanına gelerek istekleri ve problemlerini açıklarlar. Katolikos Nerses de onlara “inançlarının Şeytan’a taptıkları amellerinin de sadece kötülük olduğunu an¬latır. Ancak onları nasıl hıristiyan inancına çevirdiğini açıklamaz. Arevortiklerin Rumlar ara¬sındaki Pokomillerin inancına eşit bir durumda olduğu bilinmektedir. Bunlar ise Mesih kutsal Ruhundan uzak kalarak gizli gizli kalplerinde inanç besledikleri bilinmektedir. Bunlar Lusavoriçin nurundan uzak kaldılar. Ancak bilindiği kadar Arevortiklerin inançları çok eskiye da¬yanmaktadır. Krikor Lusavoriç zamanına kadar da mevcut idi. Böylece Nerses Şnorhali de bu inançlar ve dini akımlar ile nasıl davranılması gerektiğini anlatır. Eğer bunlar gerçekten eski inançlarından vazgeçip inkâr ediyorlar ise onlara Ermeni kilisesine girebilme şartları anlatıl¬malıdır. Yine maalesef bu Arevortik ve inançları hakkında fazla birşey anlatılmamıştır. Bura¬da Şnorhalinin anlatmak istediği şudur ki “Gidiniz onlara anlatınız güneş bir aydınlatıcı güç değil tanrının yarattıkları arasında yer almaktadır. Çünkü şeytan sizi tanrıdan uzaklaştırıp do¬ğadaki tanrının yarattıklarına tapınmanızı sağlamıştır. Arevortiler adlarını değiştirerek Hıristi¬yan olarak çağrılmaları gerekir. Bunlar tabiata inanan eski dinsizlerin bakiyeleridir (Y.K. Der Minasyan)

1170’de Samsat şehrinde kendi tarikatlarından istifa etmeye karar verirler ve Ortodokslu-ğu kabul ederler, bu konuda Nerses Şnorhalinin mektubu kaynak gösterilmiştir. Paulik ve Tontrak tarikatları gibi yayılmamıştır.

Arap kaynaklarında “şemsi denmektedir. Güneşoğlu cemaatleri kendi başlarına Ku¬zey Mezopotamyada Amit çevresinde 19.yy. sonlarına kadar yaşamışlardır. (Erm. Sovyet. Ansk.)
Acemistan (İran)’da pek çok inanç hüküm sürmektedir.’Bölgeyi Arapların istilası sırasında ateşe güneşe tapan halklar ortadan kalkmamıştır. Pek çoğu dinlerini değiştirmiş bir kıs¬mı da Hindistana iltica etmişlerdir. Sayısı takriben onbine varıp Acemistanda kalmış bulunan¬ların çoğu Tahran Yezd Şiraz ve Kirman’da yerleşmişlerdir zeki ve faal olup (zerdüşt) adı ile tanınmışlardır.
Patrik Ormanyan’a göre, tarikatçılar oldukça fanatik idiler her türlü zorbalık cinayet is¬yan hatta başkaldırılarla kendi inançlarını savunur ve karşıtlarla mücadele ederlerdi. Daha sonra dini hareketleri gelir ve toplu cinayetler sayılırlardı. Hatta silahlı savunmalar da görü¬lürdü.
7. yy. öncesi Ermenistanda Porporitler, Hmuntsiler, Tontrakeliler, Arevortiler ve benzeri tarikatlar diğerlerinin devamıdırlar. Pek çok değişimlere uğradılar. Son yüzyılda Yezidiler ay¬nı nesilden sayıldılar, 9. yy. kralların zulmüne uğradılar ve Deprike katliamından sonra batıya doğru dağıldılar, onlardan da Bulgaristan Pokoritleri ve Avrupa Alpikleri türediler. (Askabadum) Van şehri Ahtamar adası Surp Haç Ermeni kilisesi hakkında Tomas Ardzruninin açıklamaları:
Tomas Ardzruninin verdiği tafsilattan da anlaşılmaktadır, müverrihin dediğine göre aks ettirdiği ziya ile gözleri kamaştıran ve yüreklere neşe veren yaldızlı ve rengarenk tezyinafla süslenmiş olan bu şapelin kapı ve pencerelerinden güneş ışığı tülünden guruba kadar deniz üzerinden inikas ederek kilisenin içini aydınlatır ve resimlerle türlü nakışların etrafında dola¬şarak husule getirdiği harikulade bir manzara görenleri hayret içinde biralardı.

Güneşin mabetle olan bu münasebeti bir tesadüf veya zevk eseri olmasa gerek. Hemen bütün şark dinlerinde olduğu gibi Ermeni putperestliğinde de güneşe tapmak başlıca bir iba¬detti. Asırlar boyunca gerek Yunan gerek Iran dinlerinin tesiri altında muhtelif değişikliklere uğrayan Ermeni dininde güneş ilahi “Arek, Arev” İran dininin tesiri altmda Mihr adları ile da¬ima önemli bir yer işgal etmiştir. Hıristiyanlık devrinde de Arevortik (güneş oğulları, Şemsi¬ler) namı altında aynı ibadeti icra eden tarikatlara rastlanmıştır. Güneşe ibadet etmek adetinin eski Urartu krallığının merkezi olan Van bölgesinde daha çok kökleşmiş olduğu görülmekte¬dir. Urartu dininde güneş ilahi olan Ardini memleketin başı ilahi mevkii işgal ederdi ve Urartu kralları aynı ilahın Muş aşirdeki tapınağını hususi bir merasimle ziyaret ederlerdi. Bu ibadetin izlerinin son zamanlara kadar halk adetlerinde hala mevcut olduğu Lalayan’ın Van bölgesi halk adetleri hakkında yaptığı tetkikinde görülmektedir. Bu alimin bildirdiğine göre köylerde evlenme merasiminin ertesi gün sabahı gelin ve damat düğün alayını teşkil eden dost ve ak¬rabaların çalgıcıların ve bazen bir papazın refakatinde olmak üzere evin damına veya diğer yüksek bir yere çıkarılmaktadırlar. Orada gelin ve damat bir mendilin iki ucundan tutarak yüzleri doğuya dönük durumda dururlar, çalgıcılar ve hazır bulunanlar da doğan güneşe hita¬ben şarkılar söylerler, yeni evliler için iyi dileklerde bulunurlar.

Kilise tezyinafında kabartmalarında asma yaprağı, üzüm ve bağ sahnelerinin geniş bir yer işgal etmesi Van, Diyarbakır, Samsat, Mardin Ermenilerin yaşadığı bölgelerde çok eski zamanlardan beri halkın şaraba gösterdiği rağbetin ve bağcılığın bir neşe kaynağı olmaktan başka eski dönemlerde Urartu ziraatında bağcılığa çok önem verilir ve şarap kutsal bir içki sa¬yılırdı.
Günümüze kadar Meryem Ananın adına atf edilen 15 Ağustos yortusu üzümün kutsan¬dığı gündür. Ermeniler her yıl bu tarihe kadar üzüm kutsanmadan yemezler. Bu gelenek de güneş kültürüne aittir.

Ermeniler hıristiyanlık öncesi inanç sistemlerinin de izlerini taşımakta idi. Örneğin Er¬meni kilisesi güneşe tapılan dönemlerin ayinlerinin bir kalıntısı olarak Doğuya dönük inşa edilir. Ölülerde Doğu yönüne doğru gömülürdü, Batı şeytana ait olarak kabul edilirdi. Protes¬tan misyonerin SMITH Ermenilerin bu kitabından araştırmalarına göre güneşe tapanlarda pek çok geleneğin hıristiyanlığa taşındığını görür. Örneğin Ermeniler güneş doğuşunda ve batışın¬da güneşe dönük dua ederlerdi. Ayrıca Ermenilerin hıristiyanlaşması yukardan Kral Dirtat’tan aşağıya seçkinlerden sıradan insanlara doğru resmi bir din değiştirme olarak gerçekleştiğinden (Arevortik) güneşoğullan rahipleri İsanın rahiplerine, tapmakları kiliselere dönüşmüştür. Bu arada da eski inancın pek çok unsuru hıristiyanlığa transfer olmuştur. Öyle ki Ermeni kilise¬sindeki toplam 260’a varan kutsal günler, yortular perhiz günlerinin gelenek ve görenekler ço¬ğu hıristiyanlık öncesi dönemlerden gelmedir, pagan dönemden kalan kutsal günlerle ilgilidir. Ermeniler tarih boyunca güneşi az olan coğrafyada yaşamış olmalarından dolayı hıristiyanlık öncesi inanç sistemlerinde güneş kutsallaştı. (Esra Danacıoğlu) (Misyoner faaliyetleri 1816- 1856) 1993. İzmir Ermenilerin pagan dönemine ait Anahit kutsal tanrıça, hıristiyan Ermenile¬rin büyük oruçtan önce yaptıkları karnaval (Paregentan) eğlenceleri (Arevortik) güneşoğullarından hıristiyanlığa geçiştir. Güneş tanrıçası Anahit dönemine aittir.

Şemsiler (güneşoğullan) ölüyü toprağa gömerken bir gün inançlarına göre dirildiği za¬man yüzünün güneşi görmesi şeklinde gömülür. Ermeniler ölülerini günümüze kadar bu usûl¬le gömerler.
Şemsi Ermeniler ölüleri ile beraber mezarında bir tas sürahi dolu şarap bir altın para ve değnek ölü ile beraber gömerler. Her birinin bir anlamı vardır, cennete gitmek için cennetin kapısına altın parayı vereceksin kabul etmezse, şarabı içirip sarhoş edeceksin bunu da kabul etmezse değnek ile dayak atacaksın anlamındadır. Günümüze kadar Şemsi mezarları definecelerin ilgisini çekmektedir.
Şemsiler 5. yy.dan itibaren hıristiyanlığın 7.yy.dan itibaren islamiyetin yoğun etkisi al¬tında bulunan bölgede zerdüşt dininin taşıyıcısı olan Sasani hakimiyetinin sona ermesinden çok sonra dahi hatırı sayılır bir şemsi nüfusu barındırıyordu.
11 ve 12. yy.da Ermeni yazarlarının güneşin çocukları ya da kulları adıın verdiği şemsi¬ler (Arevortikler), Mezopotamya, Diyarbakır, Mardin ve Urfa’da yoğunlaştılar. (Mardin Aşiret Cemaat Devlet)
Şemsilerin Osmanlı dönemi:

Diyarbakır Mardin kapısının dışında gördüğümüz bir putperestlik tapınağın şemsilerin ibadetgâhı olduğunu anladık. 15. yy. Ermeni müelliflerinden Mezoflu Toma, Timur ve halefle¬rine ait eserinde Timur’un Şemsi denilen tarikatlarla meskûn Şol Simarakh Safari ve Maraği adlı Mardin köylerini yerle bir ettiğini fakat bu putperest tarikatçıların bilhare şeytani bir su¬rette Mardinde ve Amitte tekrar çoğaldıklarını yazar.

Ermeni müelliflerinin Arevortik (güneşoğullar) tabiriyle zikrettikleri bu tarikat 5. yy.dan beri Ermeniler arasında görünen Paulikyan, Borborit, Tontraklı vs. adlarla bilinen tarikatların bir nevi devamıdır. Eski menşeli olup zahiren hıristiyanlığa bağlı bulunan bu tarikatlara karşı 5. yy.dan beri şiddetli mücadele yapılmasına rağmen 8, 10, 11 yy.da muhtelif adlar altında ve nihayet 14. yy.da Arevortik ismiyle tekrar ortaya çıkmıştır. Patrik Mağakya Ormanyan’a naza¬ran (Azkabadum 1- S. 818 zamanımızdaki Yezidi tarikatının Arevortiklerin bir devamı oldu¬ğunu zannedilmektedir. (Polonyalı Simon Seyahatnamesi 1608-1619) Ermeniceden tecrüme eden Hrant D. Antreasyan 1964 İstanbul 18. yy. Ermeni müelliflerinden P.L. İnciciyan da Şemsiler güneşe taparlarsa da Süryani kilisesine gider ve orada vaftiz olurlar. Bunlara ait bir rivayete göre “1639’da Sultan Murat 4, Bağdat seferi dönüşünde Mardin yakınında konakladığı vakit, Şemsilerin ne Kuran’a ne de başka bir kitabı tanımadıklarını duyunca Müslümanlık hiç bir kitapsız millet tanımadığı için Şemsilerin kâmilen imha edilmesini emretmiştir. Bunun üzerine Süryani Patriği padişaha kendi kitaplarını onlara tanıtacağına dair teminat vermiş ve bu suretle onları kurtarmıştır”, der. Bu rivayetten C. Niebuhr da bahsettiği gibi, H. Soutgate’de Şemsilerin İslâm hıristiyan veya Musevi dinlerinden birisini kabul etmelerini, Mardin paşası vasıtasıyla zorlandıklarını nakleder. Ayrıca bunların eskiden Mardin yalanlarında bir kasaba¬da oturduklarından ve orada serbestçe ibadetlerini yapabildiklerinden bahseder. V. Minorsky’a göre bu din paganizmin Diyarbakır Mardin ve çevresindeki son kalıntılarını teşkil etmektedir¬ler. (Dört kıta coğrafyası kısım 1 Asya coğrafyası Venedik 1804-352-354 ermeniceden tercü¬me H. D. Antreasyan)

Mardin Sancağı:

Şemsiler 16. yy.da Mardin şehrinin bir mahallesi Şemsiye adını taşımakta olup, burada oturan halk Ermeniler arasında gösterilmektedir. Bunlar Şemsi dinin mensuplarıdır. 17. yy.da başlarında Diyarbakıra gelen aslen Kefeli bir Ermeni ailesinin mensubu kilisede Tıbir Polon¬yalı Simeon Diyarbakır Şemsilerin merkezi olarak zikreder. Diyarbakırda Mardin kapısı dı¬şında bunları tapınağı olduğunu bildirir. Ona göre Şemsiler putperesttiler. Diyarbakır beyler¬beyinden birisi bunların Ermenice konuştuklarını ve kendilerinin Ermeni olduklarını söyleme¬leri üzerine öyle ise ya ermeni kilisesine veya camiye devam edin, aksi takdirde hepinizi kılıç¬tan geçiririm diye tehdit etmiştir.

Aşağıda görüleceği üzere 18. yy.da da bir kısım seyyahlar tarafından tekrarlanmıştır. 1766’da Mardinden geçen Niebuhr Şemsilerin Mardinde iki mahalle teşkil ettiklerinden, ayrı mezarlıkları bulunduğundan zahiren kendini Diyarbakırdaki Süryani kilisesine bağlı göster¬melerine rağmen aslında hıristiyan olmayıp, ayrı bir dinin mensupları olduklarından bahseder. Mardinde ve diğer yerlerde devamlı kendi ırkdaşları hıristiyan Ermeniler tarafından aşağılan¬dılar. Asırlarca Süryani kimliğinde saklandılar. Zaman zaman Suryanilere rüşvet verip Şemsi mabetlerini ortaklaşa kullandılar, zaman içerisinde Suryanileşirler, iki toplum birleştirilir. 16. yy.da ayrı bir cemaat olarak kaydedilen Şemsiler 19. yy.da yapılan sayımda Suryaniler içinde sayılırlar. 19. yy.da resmi nüfus istatistiklerinde artık şemsiler geçmemektedir. Bu da gösteri¬yor ki aradan geçen süre içinde bu cemaat giderek Süryani Yakubi toplumu içine dahil olmuş¬tur. Yörede etkin bir kültür oluşturan Şemsilik, bütün kiliselerin inşasında kendini gösterir. Hıristiyanlığa geçilirken bütün şemsi adet ve gelenekleri de Süryani Yakubi hıristiyanlığa geçmiş bütün mabetleri kiliselere dönüştürülmüştür. Şemsi mabetlerinde sunak olmadığı için Suryaniler mabetlere tahtadan sunak yapıp kilise olarak kullandılar. Yakın tarihte Ermeni asıl¬lı Mardinli mimar Cebrail Hekimyan’ın çan kulesini ana binaya sonradan eklediği gö¬rülmektedir. Günümüzde bile Süryani mezarında güneş motifi koyanlar yardır. İstanbul Kozlu Süryani mezarlığında bir örneğini görmek mümkündür.
Kaynak:
(Nejat Göğünç 16. yy.da Mardin Sancağı 1969 İst.)

Seyyah Niebuhr Mardindeki Şemsilerle ilgili notları, Mardinde yerleşik bulunan bir dini tarikat da Şemsilerdir. İsimlerinden de anlaşılacağı gibi bunlar inançları olan bir toplumdur. Güneşin doğmasıyla türbanlarını bir yana atarlar, güneşe karşı olan sevgi ve hürmetlerini yeri¬ne getirirler. Sultan Murat Şemsilerin ikamet ettiği bölgeye geldiğinde, kendi görüş ışığında, bunların hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar gibi semavi dinlerden birine ait olmadıkları¬na karar verir ve hepsinin kılıçtan geçirilmesini emreder. O devrin Süryani patriği Şemsileri kendi himayesine alıp bu topluma sahip çıkar ve sanki kendi cemaatinden imiş gibi kabul eder. Aynı patrik daha sonra bu toplumun ileri gelen liderleriyle uzun yıllar yakın dostluklar kurduğu halde şemsilerin dini vecibeleri ve anlayışları hakkında hiçbir malumat elde edemez, zira bütün toplum fertlerinin bildiği ve kabul ettiği gibi böyle bir davranış ve sır verme tavrı, ağır bir suç olarak nitelenir ve bunun sonu bizzat kendi fertleri tarafından ölüm cezasıyla so¬nuçlandırılabilirdi.

Şemsiler hakkında verilen bütün bu teferruatlar Niebuhr tarafından kaynaklanmıştır. Bizzat Niebuhr’un ve başkalarının da ifadelerine göre bu toplum hakkında gerek seremonileri ve gerekse fikir ve düşünceleri hakkında tam bir pozitif bilgi elde edilememiştir.
Ben de zaten aynı fikre sahibim (kitabın yazarı). Dünyayı gezen söz konusu gezenin vermiş olduğu bilgiler bana da aynen tekrarlamıştı. Buna göre şemsilerin bu bölgede takribi olarak bin aile kabul edilmiş ise de, kendi hakiki dini anlayışlarının ve doktrinlerinin büyük bir titizlikle ortaya çıkarılmasına karşı oldukları da görülmüş ve yaşanmış bir hakikattir.
18 ve 19. yy.da hıristiyan Ermeniler Mardinin batısında Şemsi Ermeniler ise şehrin do-ğusunda yaşarlardı. Ermenilerin büyük oruçtan önce yaptıkları kanaval (Paregentan) eğlence¬leri Arevortik güneş oğullarından hıristiyan Ermenilere geçmiştir. Kiliselerde sunak (horan) arkasındaki iki küçük pencere Şemsilerden geçmiş bir usûl olup dua ederken kutsal güneş ışı¬ğının Doğudan içeri girmesidir.

Şemsilerin mabedi:

Diyarbakır şehri surları kalesi üstünde ve doğu yamacındaki açıklıkla kayalar yontularak vücuda getirilmiş ve heyeti umumiyesi ile murabaa yaklaşan bir mabet vardır. İki büyük  salon bu taşlıklarda vücuda getirilmiştir. Yanyana iki küçük kuyuyu andıran ateşgede güneşe doğru oyulmuştur.
Burada baştan yapılmış üç halka vardır, kurban yerleri vs. mabede mahsup mahalleler mevcuttur.
16. yy.da Mardin şehrinde Şemsiler mahalleye kendi inançları doğrultusunda Şemsi adı¬nı vermişlerdir. Aynı mahalleye kölesiyan mahallesi denir. Köle anlamında (arapça). Şemsi is¬mini araplar vermiştir.

Mardin Şemsiler mahallesi Şemsilerin bugünkü Savur-kapı mahallesi taraflarında otur-dukları tespit edildi. 1526’da bu mahallede çok az sayıda müslüman ahaliye de rastlanmaktaydı. 1807’de Seyyah A. Dupe’ye göre Mardinde 800 Şemsi ailesi bulunmaktaydı.
4. Murat ve Diyarbakır beylerbeyi tarafından Şemsiler hakkında verilen karar, bazı yerleşim yerlerinin yerle bir edilmesidir. Mardin Diyarbakır Samsat ve dağlık bölgelerinde yaşayan Şemsileri uzun yıllar dehşet içinde yaşarlardı, suryaniler, kurnazlıkla sevgi ve şefkat gösterisi ile mabetleri ile birlikte elde ederler. Şemsiler ırkdaşları hıristiyan Ermeniler baskısı altında yaşamaktaydılar. Pek çok kötü yakıştırmalara maruz kalırlardı. Bu baskılar devam ederken şemsilerin kadim dinlerinden hıristiyanlığa geçen Ermenileri ile anlaşamazdı. Süryani kimlik¬lerinde saklandılar, bünyelerine rahatlıkla kabul ettiler, ananelerini hıristiyan inancı ile birleş¬tirdiler. Fakat Suryanilerle medeni ilişkileri kabul etmezlerdi. Şemsiler Süryani Yakubiler içinde sayılmakla birlikte aynı bir gurup olarak varlıklarını sürdürmektedirler, Süryani Yakubi ibadetlerine katılırlar, çocukları vaftiz edilir. Nikâhları Süryani papazlar kıyar fakat Şemsiler kendilerini şemsi olarak adlandırmaya devam ederler ve yalnızca kendi aralarında evlenirler.
Mardin’de 1830’larda bir grup Şemsi, Süryani Katolik kilisesinden Katolikliğe kabul edilmeleri isteyince kendilerine Şemsi adını bırakmaları ve katoliklerle evlenmeleri söylen¬miş, o zaman bu isteklerinden vazgeçmişlerdir.
Şemsi inançlarını ve kimliklerini koruma gayreti için her çareyi denemekteler. (Mardin, Aşiret cemaat devlet s. 446).
Mardinde şemsilerin anıtları günümüze kadar gelebilenleri tespit edebildiğimiz Surp Mar Mihail kilisesi ve burç manastırı Yakubi Süryani cemaati kullanımındadır, bodrum bölü¬münün bir şemsi tapınağı olduğunu ve Suryanilerin kullanımına ne zaman geçtiğinin tarihi bi¬linmemektedir. Tapınağın tarihi ise M.S. 189 olarak verilmektedir; (Aşiret Cemat Devlet 2000, İst. 446)
Mardin Kırklar kilisesi Süryani Yakubi kullanımındadır, yapıya ilişkin olarak 6. yy. tari¬hi verilmekte ise de yapıda bugüne kadar gelen Şemsilere ait bölüm yapının daha eskiye gide-bileceğinin işaretler verir.
Mardin Aşiret Cemaat Devlet 446

Mardin Der Zafaran manastırı kent merkezinin 5 km. doğusunda olup Yakubi Süryani cemaatin kullanımındadır. İlk yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Süryani Yakubi kaynakları Der Zafaran manastırı tarihini İsadan önceki döneme götürmekte, manastırın alt katındaki doğuya bakan odaya ateşgede şemsi güneş oğullan kullandığı ilk dinsel mekandır.
Aynı kaynaklara göre daha sonra bir Roma kalesi olduğunu daha sonraları manastıra çevrildiğini yazmaktadır. (Leroy 1963, 186)

Şemsilik ve Yerleşik Düzen:

Mardin’ de Süryani-Yakubilerin yerleşik düzene geçmeleri o yörede yaşayan Şemsilerin cebren Hıristiyanlığı kabul edip Suryanileşmesinden sonra olmuştur.
Yörede etkin bir kültür oluşturan Şemsilik, bütün kiliselerin inşasında kendini gösterir. Hıristiyanlığa geçilirken bütün Şemsi adet ve gelenekleri de Suryani-Yakubi Hıristiyanlığa geçmiş ve bütün mabetleri kiliselere dönüştürülmüştür. Şemsilikten gelen güneşe tapma gele¬neklerinin kalıntıları çıkmaktadır. Suryani-Yakubi dini üzerinde kendini göstermektedir. Ya¬pılan kazılar sonucunda bile yöredeki kiliselerden güneşe ait kalıntılar çıkmaktadır. Suryanilerin ilk yerleştikleri yer (şehrin doğuşu), Şemsilerin Mahallesi olmuştur.

Süryani-Yakubiler: kendi dinlerini Şemsilere verirken, onlar da Şemsilerden yerleşik yaşama adabını almışlardır.

Ermeni Şemsiler:

Süryani patrik Iğnatyos İbrahim II tarafından kaleme alınan raporda geçen ifadeyle Şemsilere ait bazı olgular aydınlanmıştır. Bu ifadeden hareketle Şemsi topluluğun 1500 yılla¬rından başlayarak cebren Hıristiyan oldukları tespit edilmiştir. Şemsilerin nüfusları her ne ka¬dar azalmışsa da I. Dünya savaşına kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir.

Mardin ve çevresinde 70 haneden oluşan Şemsi aileleri bulunmaktadır. Kendilerine ait bölgeleri ve ibadet haneleri bulunmaktadır. Yeni yaptırdıkları kiliseye Bakire Meryem adını vermişlerdir. Bu kilise Mardin Şemsi Mahallesindeydi. Şemsi topluluğu ilk dönemlerinde Suryanilerle hiç karışmak istemeyen, kız alıp verme gibi medeni ilişkilere girmeyen bir toplu¬luk iken, sonraları onlarla bu tür ilişkilere mecburen girmişlerdir. Yakın tarihe kadar Diyarba¬kır ve Mardinde kendilerine ait kabristanları vardı.

Suryanilerin kendileri hakkında iyi şeyler düşünmediklerini hisseden şemsi halkı, Sürya¬ni patriklerinden kendilerinin samimi birer Hıristiyan olduklarını belirten rapor hazırlanmasını istemişlerdir. Bunun üzerine Süryani Patriği Şemsi halkının iyi birer Hıristiyan olduğunu ifa¬de eden rapor hazırlamıştır. Rapor Ermeni Şemsilerinin (Arevortik-Güneşoğulları) Hıristiyan olduğu, mezhep olarak Süryani kilisesine müntesip oldukları ve hiçbir Süryaninin bunlar hak¬kında kötü şey düşünemeyeceğini .böyle bir şeye kalkışanların Allah tarafından lanetleneceği yönündedir.
Mardin Süryani Katolik rahibi İlyas Şem’in 1949 yılındaki vefatına kadar hem Hıristi¬yanlık hem de Arevortik Şemsilik yaptığı Mardinlilerce bilinmektedir. Son 60 yıl içinde bu gibi önemli ayrıntılara Süryani tarihinde rastlamıyoruz.

Mezopotamya’nın başlıca yerleşim bölgelerinden Diyarbakır, Urfa, Mardin, Samsat gibi yerlerde yaşayan Ermeni-Şemsiler-Güneşoğullarından Yakübi-Suryani mezhebine girenleri her yıl iftiharla 1942 yılına kadar Süryani ruznamelerinde ilan ederlerdi. Bir örnek olması ba¬kımından aşağıdaki yazıyı aktanyoruz.

“Kara-Amid/Diyarbakır şehrindeki eski (Arevortik-Güneşoğullar) mezhebinden olduk¬ları için Müslümanların (Şemsiler) dedikleri mu’tezile Ermenilerden XVII. yy.dan kalma (Aile kütüğü) ve Ruznâme adlı Suryanice eserde (oğlu Tuma Hori Başaranlar elindedir) Makdisi Yakuboğlu Beşârâ (1863-1942), Aile kütüğü ve Ruzname.

Bir örnek daha… Der Zafaran Manastırı güneşe tapma anıtı günümüzde turistlere ve zi-yaretçilere gösterilmektedir. Hıristiyanlığın bütün mezheplerinde kiliselerin yönü Kudüs’e dö-nüktür. İstisnayı sadece Ermeniler oluşturur. Bunun nedeni ise Ermenilerin tarih boyunca gü¬neşi en az olan coğrafyada yaşamış olmalarıdır. Hıristiyanlık öncesi inanç sistemlerinde güneş kutsallaştı. Ermeni kilisesi güneşe tapılan dönemleri ayinlerinin bir kalıntısı olarak Doğu’ya dönük inşa edildi. Oysa bugün o yörede Yakubi-Suryani kilisesi olarak gösterilen kiliselerde Doğu’ya dönük durmaktadırlar, bunun nedeni ise bir zamanlar Ermeni’lere ait olan bu kilisele¬rin sonradan Süryanileştirilmesidir.

Güneş kültürünün mimarisine şekil verdiği Mardin şehrinde görülen o muhteşem estetik duygu, doğayla kucaklaşma, hakim olan kutsallık duygusu, el sanatları ile bütünleşmiştir.
Mardin şehri malikhanelerinde işlenmiş olan güneş, üzüm, güvercin motifleri günümüze kadar gelebilen örneklerdir.

İstanbul Amerikan Board başkanı, rahmetli, dostum Melvin Wittler, yıllar önce Mardin Midyat seyahati dönüşünde izlenimlerini bize anlattı. Midyat’ın dağlık köylerinde az da olsa güneşe tapanların varlığından bahsetti.

KAYNAKLAR

  1. Gugas İnciciyan, Dört Kıta Coğrafyası Kısım 1 Asya Coğrafyası 1804 s. 352-354 Venedik.

Ermeniceden Türkçeye Çeviren: Hrant Antreasyan

  1. Patrik Mağakya Ormanyan, Azkabadum, I. cilt, s. 818 İst. 1912 Ermeniceden Türkçeye çeviren  Ardaşes Nişanyan
  2. Travels in Mesopotamia, By. J. S. Buckingham London 1827 volüme 1 İngilizceden Türkçeye

çeviren ardaşes Nişanyan.

  1. Ord. Prof. Şemsettin Günaltay, Yakın Şark Tarihi, Türk Tarih Kurumu Ankara 1949.
  2. Husik Gülyan, Mardin Tarihi, elyazma, Ermenice, Viyana 1898. Ermeniceden Türkçeye

çeviren: Vartanuş A. Çerme

  1. Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu, Oktay Özel, Süha Ünsal Mardin (aşiret, cemaat, devlet)

Toplumsal Tarih vakfı İst. 2000.

  1. H. Esra Danacıoğlu, Osmanlı Anadolusunda Anglo-Sakson (Protestan) Misyoner Faaliyetleri

(1816-1856), İzmir. 1993, doktora tezi Dokuz Eylül Üniversitesi.

  1. PolonyalI Simeon’un Seyahatnamesi (1608-1619) İst. 1964. Edebiyat Fakültesi Yayınlan s.

100-101.
9. Nejat Göğünç, 16. yy.da Mardin Sancağı 1969 İst.

  1. Kara Amid 2, 3 yıl, 2-4 sayı 1956-1957-1959 İst. 1960 Işıltan Matbaası.
  2. H. Antreasyan, Ahtamar kilisesi, Edebiyat Fakültesi Yayınlan Tarih Deresi cilt 16, s. 21, s. 77-

82 1966 İst.

  1. Hanna Dolapönü, Metropolitan of Aleppo, Suriye. 1999.
  2. Basri Konyar, Diyarbakır Yıllığı, cilt 3, Ulus Basımevi 1936, s. 275.
  3. Dr. Haşan Şamaysani, Medinet Mardin, Arapça, Beyrut 1987.
  4. Musa Şanak, Mezopotamyada Dinlerin Doğuşu ve Gelişimi 1977 İst.
  5. Zerdüşt Auesta, Eshat Ayala 1998 İst.
  6. Mayda Saris Başlangıcından Günümüze Ermeni Resim Sanatı İst. 2003.
  7. Tomas Çerme, Suryaniler, İletişim Yayınlan Tarih ve Toplum sayı 235, s. 28 İst. 2003.
  8. Selahattin Mihotuli, Arya Uygarlıkları s. 137. İstanbul 1992

Yaba Edebiyat  sayı: 82-83,84