
Ermenilere karşı işlenen suçlar sırasında Ermeni çocukların zorla Müslümanlaştırılması ve özellikle serbest bırakılmaları konusunu Milletler Cemiyeti de ele almıştır.
“Ermeni kadın ve çocuklarının esaretten kurtarılması işi, Türk tarafının sürekli çıkardığı engeller nedeniyle zorlaştı. Bilhassa Hıristiyan çocuklara kökenleri unutturulmaya çalışılmış, nüfus cüzdanlarında sahtecilik yapılmış, çocuklara Türkçe isimler verilmiştir. Türk yetimhanelerinde kendilerini Kürt olarak tanıtan ama aslında Ermeni olan çok sayıda çocuk vardı. Tutsak Hıristiyan kadınların yerinin tespit edilmesinde ve serbest bırakılmasında da aynı zorluklarla karşılaşıldı. Türk kaynakları, çocuk toplama sürecini Karabekir’in “insani duygularının” bir göstergesi olarak sunuyor. Bazı kaynaklar söz konusu olan “Gürbüzler Ordusu”nda tüm çocukların Ermeni olmadığını, Ermeniler tarafından katledilen Türk ve Kürtlerin yetim çocuklarının da toplandığını belirtmektedir. Karabekir, anılarında 1922’de “Çocuk Ordusu”nun sayısının 6.000’e ulaştığını belirtiyor.
“Gürbüzler Ordusu”nun birçok üyesinin daha sonra Türk askeri sisteminde belirli görevlerde bulunduğu da bilinmektedir. Tarihçi Arsen Avagyan’a göre bunlardan bazıları 1960’larda ve 1970’lerde Türk silahlı kuvvetlerinde önemli görevlerde bulundu. “Çocuk Ordusu”nun temsilcilerinden biri, örneğin 1968’de Türkiye kara kuvvetleri komutanı ve 1969-72’de Genelkurmay Başkanı olan General Memduh Tağmaç’tır. Orgeneral Cemal Tural ise, 1964-66’da Kara Kuvvetleri Komutanı, 1966–69 yılları arasında Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptı. General Semih Sancar, 1972’de kara kuvvetleri komutanı, 1973-78’de Genelkurmay başkanıydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun milliyetçiliği ruhuyla yetiştirilen bu yeniçeriler, silinen milli şuur sayesinde, bugüne kadar Türk olmayanlara yasak olan Türk silahlı kuvvetleri sistemindeki yüksek mevkilerde yer alıyor. Aynı konu bağlamında, Türk askeri sisteminde yüksek mevkilere ulaşmış ve büyük tanınırlık kazanmış Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in adını anmakta fayda var. Sabiha Gökçen’in pek çok Türk için efsane bir isim olduğunu söylemek abartı olmaz, kendisi Türkiye’nin ilk kadın pilotu, üstelik Türk Hava Kuvvetleri’nde uzun yıllar önemli bir görevde bulunan dünyanın ilk kadın askeri pilotu olarak tanındı, dünyanın 20 ünlü pilotlar arasında yer alıyor, üstelik bu ünvanı alan ilk ve tek kadındır. Ancak biyografisinde açıkça ayırt edilen en önemli detay, 1938’de Dersim’in Arevorti-Alevi ayaklanması sırasında isyancıları bombalamasıdır. Böylece, Türk ordusu Dersim’in kontrolünü ele geçirdi ve isyanı bastırdı. Dönemin Türk basını defalarca “kahraman Atatürk”ün “kahraman kızına” atıfta bulundu. Sabiha Gökçen’in 22 Mart 1913 yılında Bursa’da doğduğunu Türk resmi kaynaklarından öğreniyoruz. babası Hafız Mustafa İzzet, annesi Hayriye’dir. Anne ve babasını erken yaşta kaybetmiş ve ağabeyinin himayesine bırakılmıştır. Daha sonra 1925’te Bursa’ya gelen Kemal Atatürk bu kızı evlat edinir ve Ankara’ya götürür. Sabiha, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanının isteğiyle askeri eğitim gördü. Ancak diğer ve ağırlıklı olarak Ermeni kaynakları, Sabiha Gökçen’in aslında Antep’in Cibin köyünden olduğunu ve Ermenilere yönelik katliamlar ARMENOSİD sırasında anne ve babasını kaybeden ve yetimhanelere düşen binlerce Ermeni çocuktan biri olduğunu iddia ediyor. Ancak 6 Şubat 2004 tarihinde Konstantinopolis-İstanbul’da yayınlanan “Agos” gazetesinde yayınlanan Sabiha Gökçen ile ilgili makale beklenenden daha yoğun tepki aldı. Gazetede, Ermenistan Cumhuriyeti’nde yaşayan Hıripsime Sebilciyan, Sabiha Gökçen’in teyzesi olduğunu açıkladı. Ardından annesinin, yani Sabiha’nın ablasının hikâyesini sundu. Hıripsime Sebilciyan’ın annesi Diruhi’ye göre onlar Antep yerlisi, annesi Meryem Sebilciyan, babası 1915’te öldürülen Nerses Sebilciyan’dır. Diruhi’nin beş erkek kardeşi ve aynı Sabiha Gökçen olan Hatun adında bir kız kardeşi vardı. Katliamdan sonra geniş aile, diğerleri gibi dağıldı ve Khatun ile Diruhi, yani iki kız kardeş yetimhaneye düştü. Atatürk daha sonra ünlü pilot olan Khatun Sebilciyan’ı yetimhaneden aldı ve adını Sabiha Gökçen olarak değiştirdi. Bütün bunlar 1946’da Suriye’den Ermenistan Cumhuriyeti’ne göç ettikten sonra Diruhi Sebilciyan çocuklarına anlattı: Kız kardeşinden yetimhanede ayrılana kadar tüm hikaye. Daha sonra uzun zaman ünlü kız kardeşini aramaya devam etti. Ancak, tüm girişimleri başarısız oldu.
Ancak bize göre Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğunu ispatlayan en sağlam ve inandırıcı kaynak ünlü Türkiye’deki Ermeni dilbilimci ve tarihçi Bars Tuğlacı’nın (Barseğ Tuğlacyan) açıklamasıdır. Bir zamanlar Sabiha Gökçen’le yakın ilişkisi olduğu ve Agos’taki sansasyonel yazıdan hem önce hem de sonra ünlü pilotun aslında Ermeni asıllı olduğunu bildiğini iddia ettiği biliniyor. Sabiha-Khatun birkaç Ermenice kelime bile öğrendi ve Bars Tuğlacı ile konuşurken bu kelimeleri kullandı. Küçük sapmalarla örtüşen bu gerçekleri birleştirdiğimizde, Atatürk’ün manevi evladının aslında bir Ermeni ve katliamlarda ARMENOSİD’de İslamlaştırılan binlerce yetimden biri olması muhtemel hale geliyor.
“Agos”ta yayınlanan “Sabiha Gökçen’in Sırrı” başlıklı yazının yazarları Hrant Dink ve Diran Lokmagözyan’dı. Bu yayının hemen ardından Türkiye’de büyük bir zulüm ve eleştiri dalgası başladı ve bu dalga daha sonra Hrant Dink’in adının etrafında kutuplaştı. Yazı birkaç gün sonra Hürriyet gazetesinde yayınlandı ve uzun süre Türk basınının, siyasetçilerinin ve toplumunun ilgi odağında kaldı. Öyle bir noktaya geldi ki, Türkiye Genelkurmay Başkanlığı sert bir açıklama yaptı.
Ancak gereksiz duygusallıktan kaçınırsak, Sabiha Gökçen veya Hatun Sebilciyan’ın biyografisi ve askeri pilotluk faaliyetiyle kulağa ne kadar sert gelse de yeniçerilerin üslubuna tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Küçük yaşta Türkleştirilip Müslümanlaştırılmış, askeri eğitim görmüş ve “Türklerin atası”nın kızı olma psikolojisiyle büyümüştür. Çeşitli kaynaklar tarafından kanıtlanan sözde milli şuur kıvılcımları, her zaman ilk Türk pilot, yani Yeniçeri imajına tabi olmuştur.
Böylece, Ermenilere yönelik katliamların ARMENOSİD olduğu yıllarda, Ermeni yetimlerin zorla Müslümanlaştırılmasının devlet politikası niteliğinde olduğu ve üst düzey Türk liderlerinin ilgi odağı olduğu sonucuna varabiliriz. BM Soykırımı Önleme Sözleşmesi’nin 5. maddesince bir etnik ve dini grubun çocuklarının zorla başka bir gruba nakledilmesinin soykırımın başka bir sonucu olduğunu açıkça belirtmeyi gerekli görüyoruz.
Devam edecek…
Aşkhen Virabyan