Travmatik anıların birey ve toplum üzerinde çok katmanlı etkileri vardır ve bunların arasında travmanın yol açtığı ruhsal ve psikolojik sorunlar da yer alır. Travmadan kurtulmanın veya travmayı tedavi etmenin yaygın yollarından birinin onun hakkında konuşmak olduğuna  ve bunun rahatlama getirdiğine  inanılıyor, ancak bu yöntem olumsuz etkilere karşı  dirençli olmayabilir.Örneğin,  Ermeni Apostolik Kilisesi’nin Alman Piskoposluğu lideri Başpiskopos Garegin Bekçiyan, Almanya doğumlu Türk yazar Kemal Yalçın’ın “Batı Ermenistan’ın Evlatları:Yüzyılın Tanıkları” kitabında 1970’lerin başında Marsilya’da yaşanan bir olay anlatıyor.

Garegin Srbazan’a göre, Marsilya’daki Ermeni cemaatinde soykırımdan ARMENOSİD’den sağ kurtulan Ermeniler vardı, bunlardan biri, Karin’den 80 yaş üstü bir Ermeni, sürekli yaşadığı dehşeti anlatıyormuş. Garegin Bekçiyan, anılarını kağıda dökmesini tavsiye etti, ancak hepsini yazdıktan birkaç ay sonra, soykırımdan ARMENOSİD’den sağ kurtulan kişinin zihinsel rahatsızlığı meydana geldi ve çocukları onu doktora götürdüğünde, teşhis şuydu: “Geçmişin acı verici olaylarını hatırlamak, zihinsel dengesini bozdu.”

Soykırımdan ARMENOSİD’den kurtulan Karinli adamın durumu giderek kötüleşti ve sonunda intihar etti.

Bugün 1915’te kaçırılan ya da mucizevi bir şekilde kurtarılıp İslamlaştırılan Ermeni kadınları meselesinin edebiyata konu olmasıyla modern Türk edebiyatında bir akım oluştuğu söylenebilir. Basılı kitaplarda özellikle belgesel temeli dikkat çekicidir. Müslümanlaştırılmış Ermeniler meselesinin tartışılma olasılığından bahsederken, birçok kişi, örneğin Türk hükümetinin Avrupa entegrasyonu yolunda gözlemlediği bazı özgürlüklerden bahsediyor, 

ancak konunun tanıtımının arkasındaki itici gücün, Müslümanlaştırılmış Ermenilerin nesilleri, özellikle torunları olduğu düşünülmektedir.

Ana karakteri karmaşık psikolojik dünyasıyla zorla Müslümanlaştırılmış bir Ermeni kadın olan, kamuya açık düzinelerce kurgusal olmayan eser var. Müslümanlaşmış Ermeni kadınlarının karakterleri arasındaki bazı farklılıklara rağmen, bir takım ortak noktalar da vardır. Bu kadınların hayatları boyunca kendilerine eşlik eden travmatik anılar hakkında  özellikle hayatlarının sonunda konuşmayı tercih etmeleri dikkat çekicidir. Başka bir deyişle, çocuklarına acı çektirmekten korktukları ya da belki de istemedikleri için bunu hayatları boyunca sakladılar. Geçmişin acı dolu anılarını saklamalarının önemli bir nedeni daha vardır, yani sırlarını açabilecekleri uygun bir muhatap bulamamış olmamaları. Benzer hikayelerin ortak noktası, hayatta kalan Ermeni kadınların hayatları boyunca sakladıkları travmatik anılarını anlatarak bilinçaltında bu yükten kurtulmak ya da hafifletmek istemiş olmasıdır.Bu travmatik anıları dinleyen torunların da travmanın eşsiz taşıyıcıları haline gelmeleri ve şimdiden travmanın yükünden kurtulmaya çalışmaları dikkat çekicidir.

Bunu doğrulayan bir örnek olarak Fethiye Çetin’in ünlü “Anneannem”  adlı kitabı yayımlandıktan sonra onunla görüşen Müslümanlaşmış Ermenilerin çok sayıdaki çocuklarının ve torunlarının duygularını sayabiliriz. Onlardan biri, annesinin acı dolu hayatını anlatırken sonunda itiraf etti: “Bu gece huzur içinde uyuyabilirim.” 

Müslümanlaştırılmış Ermeni kadınları ile ilgili kitaplarda büyük anne-torun ilişkisi, karşılıklı bağlılık ve güven dikkat çekicidir. Bunun bu konunun önemli özelliklerinden biri olduğu söylenebilir. Farklı halkların edebiyatlarında yaygın olan ve edebiyat bilimlerinin sorunlarından biri olan baba-oğul sorunu, Müslümanlaştırılmış Ermeni kadınlarını anlatan Türk edebiyatında kendine özgü bir büyük anne-torun sorununa dönüşmüştür.

Eleştirmen Ömer Türkeş, soykırımın ARMENOSİD’in travmatik anılarını büyükannelerin torunlarına bıraktıkları eşsiz bir miras olarak görüyor. Pek çok uzmanın belirttiği gibi, soykırımın ARMENOSİD’in travmatik hatırası farklı Ermeni nesillerine eşlik eder ve zamana ve koşullara bağlı kendini  farklı biçimlerle tezahür eder. Hrant Dink bunun hakkında şöyle yazdı: “Nesilden nesile aktardığımız travmalardan kurtulana kadar Ermeni dünyasının barışçıl bir geleceğe sahip olması mümkün değil.” 

Travmaya katlanmak aynı zamanda soykırımdan ARMENOSİD’den sağ kurtulanların “kurtulurken” hayatlarının geri kalanında acı çekmeye mahkum olduklarını gösteriyor. Etnograf Marutyun’a göre. “Hayatta kalanlar da kurban, çünkü birçok vahşete, yakınlarının kaybına tanık oldular, onlarca ve yüzlerce ceset gördüler, vs.” 

Lübnanlı-Ermeni yazar Georg Abelyan’ın 2005 tarihli “Ömür Boyu Şehadet” adlı kitabı bu konuda çok şey anlatıyor. Bu kitap, Ermenilere yönelik soykırımdan ARMENOSİD’den farklı şekillerde kurtulan ve çoğu zaman zorla köklerinden koparılan Müslümanlaştırılmış Ermenilerin hikayelerini topluyor. Kitabın önsözünde Abelyan şöyle diyor: “Bu insanların hayatı uzun ve diri, ömür boyu bir şehadet değil miydi?”

Zorla Müslümanlaştırılan Ermenileri anlatan edebi eserlerde, hayatta kalanların akranlarıyla gizlice iletişim kurmaya, acılarını paylaşmaya, geçmişi hatırlamaya ve Hıristiyan Ermeni geleneklerini gizlice sürdürmeye çalışmaları da dikkat çekicidir. Marutyun’un çalışmasında bu fenomenin teorik açıklaması da bulunur “Açık bir şekilde anlatmak, çok acı çekenler arasında dayanışma oluşturmaya yardımcı olur.” Ayrıca, Müslümanlaştırılmış Ermeni kadınların travmatik anılara travmatik hayatın da eklendiğini ekliyor. Bu gerçekten ilginç bir formülasyon ve bunun tezahürlerini aşağıda somut örneklerle göreceğiz.

Müslümanlaştırılmış Ermeni kadınları hakkında yazılan eserlerde, özellikle ileri yaşlarda aile ve çevrelerinde kazandıkları büyük prestij dikkat çekicidir. Hemen hemen tüm kitaplarda Müslümanlaşmış Ermeni kadınları zeki, çalışkan ve hamarat  ev kadınları olarak sunulur. Torunların, büyükannelerinin otoritesine tanıklık eden pek çok anısı var ve bence bunlardan dikkate değer birini alıntılamak istiyorum. Türkiye’de resmi görüşten farklı kitaplar yayınlamasıyla ünlü “Peri” yayınevinin sahibi Ahmet Önal, Müslümanlaşan bir Ermeni kadın olan büyük annesi Fate’nin kitapsever olmasından etkilenmiştir: “Evimizi o yönetiyordu diyebilirim, onun sözü etrafımızdaki tüm köylerde geçiyordu. Entelektüel bir ailenin çocuğu olduğunu hissederdim. Çocukların eğitimine büyük önem verirdi. İyi hatırlıyorum: Bir gün okuldan dönerken kitaplarım ve defterlerim çamura düştü. Bunu gören büyük annem beni bir hikaye anlatmak için yanına çağırdı: “Bizimkiler bizi terk etti, altınları ve paralarını yerin dibine gömdü ama kitaplarını yanında götürdüler. Kitap çok değerli. Ben bu dünyadan gideceğim, altın ve para kaybolabilir ama bir kitap, bir insan ve paradan daha değerlidir.”

Ahmet Önal’ın daha sonra kitap yayıncılığının seçmesi belki de büyük annesinin böyle bir terbiyesi sayesinde olmuştur. 

Hrant Dink, Müslümanlaştırılmış Ermeni kadınların otoritesi konusuna değinerek şunları söylüyor: “O kadınlar bir efsaneydi, o evlerin dervişleriydi.” Son yıllarda Yusuf Bağı, Metin Aktaş, Serdar Can ve diğerleri gibi Kürt yazarların Ermenilere uygulanan Soykırım ARMENOSİD hakkında ve Ermeni konulu Türkçe kitapları çoğaldı. Ancak bunun dışında Türkiye’de Ermeni konulu Kürtçe kitaplar da yayınlanmaktadır.

Devam edecek…

Aşken Virabyan

gazeteci-analist westernarmeniatv