
Dil ya da daha doğrusu dil asimilasyonu konusu, Türk devletinin kuruluşunun ilk yıllarında milliyetçi güçlerin gündemindeydi. Böylece 1925 yılında Türk gazetelerinde propaganda ilanları yayınlandı, Türk malları alın, Türk dükkânlarını kullanın çağrılarının yanı sıra şunlar açıkça ifade edildi: “Türkçe bilmeyene cevap vermeyin.” 1926’da Irkçı, saldırgan konuşmaların ve özel tekliflerin yapıldığı “Türk Ocakları” konferansında Türk devletinde Türkçe dışındaki dillerin kullanılması konusu sert tartışmalara konu oldu. Türk makamlarının, diğer milletlere ve özellikle Hıristiyan azınlıklara yönelik dil zulmü kampanyasına milliyetçi gençliği aktif olarak dahil etmesi dikkat çekicidir. Bu arada, gençliğin milliyetçi eylemlerde ve zulümlerde kullanılması geleneksel hale gelecek ve Türk devletinin en sık kullandığı yöntemlerden biri haline gelecekti. Türkiye ulusal azınlıkların çeşitli sorunları konusunda uzman olan Rafat Bali’nin belirttiği gibi, 13 Ocak 1928’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Konseyi’nin yıllık toplantısında, Türkçenin yurt içinde yaygınlaştırılması ve Türkçe konuşulma düzeyinin yükseltilmesi konuları ele alınmış ve “Vatandaş Türkçe konuş” sloganı atılmıştır. Bu da onlarca yıllık bir zulüm politikasını tasvir edecekti. Bu sloganın ilanından sonra hedefi Ermeniler olan bir yabancı düşmanlığı ve nefreti gibi eylemler zinciri başladı.
1928’in Ocak ayında Ermenilerin yaşadığı mahallelerde, halka açık yerlerde, ulaşım araçlarına “Vatandaş Türkçe konuş” yazıları asıldı ve ardından milliyetçi gençlik grupları, ulaşımda, gemilerde ilçelerde dolaşarak, yapmayanları azarladı. Bu etkinlik ağırlıklı olarak İstanbul’da yapıldı, ancak ulusal azınlıkların temsilcilerinin hala korunduğu diğer şehirlerde de kullanıldı, mesela Edirne’de, İzmir’de yaşayan Yahudilere karşı.
“Batı Ermenistan Cahil İşgalci Türk Vandalalarına Karşı Mücadelede”