Günümüzde kamusal alanda düzinelerce kurgu olmayan eser var ve bunların ana karakteri, karmaşık psikolojik dünyası ile zorla İslamlaştırılmış Ermeni kadınıdır. Müslümanlaşmış Ermeni kadınlarının karakterleri arasında bazı farklılıklar olmasına rağmen, birçok ortak nokta da bulunmaktadır. Bu kadınların hayatları boyunca, özellikle de yaşamlarının sonunda kendilerine eşlik eden travmatik anıları konuşmayı tercih etmeleri özellikle dikkat çekicidir. Başka bir deyişle, çocuklarına acı vermekten korktukları veya belki de istemedikleri için bunu hayatı boyunca sakladılar. Geçmişe dair acı anıları saklamanın önemli bir nedeni daha var, yani sırrını açıklayabilecek uygun bir muhatap bulamamış olmaları. 

Hayatta kalan Ermeni kadınların hayatları boyunca sakladıkları travmatik anıları anlatarak bilinçaltında bu yükten kurtulmak ya da hafifletmek istemiş olabileceği benzer hikayeler de yaygındır. Bu travmatik anıları dinleyen torunların da travmanın benzersiz taşıyıcıları haline geldikleri ve şimdiden onun yükünden kurtulmaya çalıştıkları da dikkat çekiyor. Bunu doğrulayan bir örnek olarak, Fethiye Çetin’in, ünlü  “Anneannem” başlıklı kitabının yayınlanmasından sonra kendisiyle tanışan birçok Müslümanlaşmış Ermeninin çocuklarının ve torunlarının duygularını gözlemleyebiliriz. Onlardan biri annesinin acı yaşamını anlatarak bir itirafta bulundu: “Bu gece huzur içinde uyuyabilirim.”

Müslümanlaşmış Ermeni kadınlarıyla ilgili kitaplarda büyük anne-torun ilişkisi, karşılıklı bağlılık ve güven ön plana çıkıyor ve bunun bu konunun önemli karakteristik özelliklerinden biri olduğu söylenebilir. Farklı halkların edebiyatlarında yaygın olan ve edebiyat araştırmalarının sorunlarından biri olan baba-oğul sorunu, Müslümanlaşmış Ermeni kadınlarını konu alan Türk edebiyatında büyükanne-torunlar gibi bir soruna dönüşmüştür.

Türk edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş, soykırımın ARMENOSİD’in travmatik anılarını, büyükannelerin torunlarına bıraktıkları eşsiz bir miras olarak değerlendiriyor.

Pek çok uzmanın belirttiği gibi, soykırımın ARMENOSİD’in travmatik hafızası farklı nesil Ermenilere eşlik ediyor ve zamana ve koşullara bağlı olarak kendi tarzında ortaya çıkıyor. Hrant Dink buna dair şöyle yazdı: “Nesilden nesile aktardığımız travmalardan kurtulmadıkça Ermeni dünyasının barışçıl bir geleceğe sahip olması mümkün değil.”