Batı ve Doğu Ermenistan’ın ve Ermeni milletinin gelişiminin içinde bulunduğumuz karmaşık dönemde, Ermeni kimliği meselesi sadece akademik açıdan ilgi çekici değil, aynı zamanda ciddi pratik öneme de sahiptir. Güçlü bir ulusal kimlik, ulusal devletin inşası ve güçlendirilmesi sürecinde stratejik bir kaynaktır; ulusal kimliğin bulanıklaşması ise hiçbir şekilde katkıda bulunmaz, aksine bireyin ve toplumun ulusal meseleler ve hedefler etrafında birleşmesine engel olur. Sonuçta bugün Ermeni kimdir? Soru ne kadar hassas olursa olsun ve milyonlarca insanın (özellikle yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızın) duygularına dokunsa da yine de cevaplanması gerekiyor. Konuyu yeterince ele alabilmek için öncelikle Ermeni milletinin bugün içinde bulunduğu durumu kapsamlı bir şekilde ortaya koymalıyız. Tartışılmaz gerçekleri Ermenilerin güçlü bir kesiminin yaptığı gibi görmezden gelmek yerine, bizler var olanı görmek ve olduğu gibi kabul etmek zorundayız.
En acil tehlikenin, Türk hükümetinin katılımıyla metodik olarak planlanmış ve titizlikle hazırlanmış ciddi olasılığını, başarılı bir şekilde uygulanmasının ardından Artsakh’ın ve komşu kurtarılmış toprakların Azerilerin işgalinden sonra, Doğu Ermenistan’ın dünya haritasından silinmesi kaçınılmaz hale gelecek, çünkü bir sonraki (eşzamanlı olmasa da) darbe, Artsakh “bariyeri” olmadan hayatta kalma olasılığından mahrum olan Syunik, iki Türk müttefikini ayıran son bariyer olacağıdır.
Herhangi bir ağacın yaşam alanını azaltırsak artık büyüyemez, kurur. Artık Ermenilerin yaşam alanı sürekli daralıyor. Bu sadece toprak meselesi değil, bununla varoluşumuz, güvenli varoluşumuz gündeme geliyor, aksi takdirde Ermenilerin ortadan kaldırılması sorunu gündeme geliyor ve biz buna beka sorunuyla karşı çıkmak zorundayız. Tabii bir de vatan duygusunun önemli anı var. Vatan kaybının içine, mahrum edilmeye hakkımız olmayan duygusal anı, manevi değerleri yerleştiririz, aksi takdirde kimliğimizi koruma sorunu ortaya çıkar. Ve biyolojik bir beden, biyolojik bir topluluk olarak biz de yaşam alanını kaybediyoruz. Bu durum, çözüm gerektiren temel bir sorundur.
Savaş sırasında uluslararası toplum pasif bir tavır aldı ki bu ne yazık ki yeni değil, bunu Sumgait’te, Bakü’de, Gandzak’ta gördük. Bakü’deki tanınmış Ermeni ailelerden birini korumak için Sovyet ordusunun bir askeri kapıda diktirildiğinde, aile, cehennem seslerini duymamak için televizyonu açtı ve burada kıyıya vuran bir balina kurtarılmasına ilişkin heyecan verici bir haber yayınlanıyordu. Bu sırada dünyanın bir başka köşesinde yüzlerce insan katlediliyor, işkence görüyor ve cinayetler işleniyor, uluslararası toplum ise “uyuyor.” Biz 1894-1915 yıllarında da bunu gördük. Bütün bunlardan çıkan sonuç, umudumuzun öncelikle silahımız, aklımız, neslimizin sayısını artırmak, sağlığını korumak yani bizi daha güçlü, daha yaşanabilir kılacak her şey olması gerektiğidir.
Şu anda Artsakh’ın işgali nedeniyle sınır statüsüne alınan pek çok köyde yerel halkın huzur içinde yaşayamadığını, tarımsal işlerle uğraşamadığını görüyoruz, oysa ki tüm bunlar uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış haklardır.