WESTERN ARMENIA – « Bu kararda önemli olan belgedeki US (H. Res. 296) 1915’ten 1923’e kadar diye belirtilen süredir. Bu, Yerli Ermeni halkına karşı uygulanan soykırımın, 1920’de Müttefik Güçler tarafından tanınan ve 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması ile imzalanan Ermeni devletinin topraklarında devam ettiği anlamına geliyor ». Armenak Abrahamyan, Batı Ermenistan Cumhuriyeti Devlet Başkanı.

“Soykırım ne zaman biter?” Beklenen cevap “cinayetler bittiği zaman”dır. Nazi Soykırımının, kitlesel imha kamplarının kurtarılması, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi veya bazen de Nürnberg Mahkemeleriyle bittiği söylenir. Her durumda, Nazi Soykırımı evrensel olarak ve hatta faili tarafından bile kabul edilen tarihsel bir gerçektir. Kamboçya’daki daha güncel soykırımın da -sorumlulardan hesap sorulmamakla birlikte- sona erdiği açıktır. 

Ruanda’daki soykırımın da sona erdiği söylenebilir ve faillerine uygulanacak cezai yaptırım süreci devam etmektedir. Ancak diğer bazı soykırımlar veya soykırımsal eylemler kabul görmemiş, cezalandırılmamış, bilinmemiş veya tamamen reddedilmiştir. Bazılarına göre Amerika’daki Kızılderili halkının yok edilmesi bu kategoriye girmekte ve bu sürecin farklı biçimlerde devam ettiği tartışılmaktadır. Sorunun soykırım ve Holokost çalışmalarında daha yakından incelenmeye ihtiyacı vardır. Bu bildiride bunu yapmak niyetinde değilim. Benim ilgilendiğim, 20. yüzyılın ilk soykırımı olan, kimilerine göre Hitler ve Nazi Partisi için Yahudileri, Romanları ve diğer etnik ve sosyal grupları Avrupa’dan silmek için bir model oluşturan Ermeni Soykırımı olacak.

Ermenilere yapılan Soykırım kabul edilmemekte, cezalandırılmamakta, çok az bilinmekte ve failleri tarafından hala reddedilmektedir. Soykırım, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1915 Baharında Türklerin Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun oluşturduğu İttifak Devletlerinin yanında 1. Dünya Savaşı’na girmesinin ardından başlamıştı. Öncesinde, 1894-1896 yılları arasında ve 1909’da İmparatorluğun Ermeni nüfusuna yönelik yaygın katliam ve pogromlar gerçekleştirilmişti. Uluslararası basında bu durum sıklıkla dile getirildi. Bu yıllarda Batılı hükümetler Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümdarı Sultan Abdülhamit’e kendi ülkesinde düzeni sağlaması için birçok sefer çağrıda bulunmuş ve Hıristiyan vatandaşlarını özellikle de Ermenileri koruyacak reformları yapması yönünde ısrarcı olmuşlardır. Büyük Savaşın hemen öncesinde 1914 yılında Ermeni yerleşimlerinde reformlar hayata geçirileceği umudu en üst seviyedeydi. Ancak bundan 6 ay sonra Ermeni nüfusunu Ermenistan’dan silme planı devreye sokuldu ve uygulanmaya sokulan planın ilk yılında Osmanlı Devleti’nde yaşayan 1 milyondan fazla Ermeni tahayyül edilebilenden daha vahşi şekillerde öldürüldüler veya Suriye çöllerinde zorunlu tehcirle ölüme gönderildiler.

Ermenilere karşı başlatılan soykırım süreci 1918 ateşkesinden (Mondros) sonra bile devam etti; Türkiye Cumhuriyeti’nin -Mustafa Kemal Atatürk tarafından- 1923 yılındaki kuruluşuna kadar yaklaşık 1 milyon 500 bin ile 2 milyon arası Ermeni can vermişti. Soykırım başladıktan yaklaşık bir yıl sonra, 1916 yılında, İngiliz Parlamentosu, genç Arnold Toynbee tarafından derlenen ve Ermenilerin imhasının detaylarını tanıklıklar üzerinden anlatan devasa bir arşiv olan “Osmanlı Imparatorluğunda Ermenilere yapılan Muamele: Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Fallodon Vikontu Gray’e Verilen Belgeler”i yayınladı. Ermenilerin tarihsel anavatanı, İÖ 1. yüzyıla dayanan medeniyetlerinin beşiği yerli nüfustan temizlenmişti. 

Bu durumda Ermeniler yapılan Soykırım 1918’de savaşın bitişiyle mi, yoksa 1923’teki Barış Konferansıyla mı (Lozan) sona erdi? Hayır, maalesef -iki temel nedenle- sona ermedi: İlk olarak, failler soykırımı tanımayı reddettiler ve ikinci olarak da Türkiye’nin art arda gelen hükümetlerinin mevcut ve eski Ermeni vatandaşlarına; “A) Ayrımcı uygulamalar, B) Kültürel soykırım olarak tanımlanabilecek, Ermeni kültürel eserlerinin yok sayılması hatta kasıtlı imhası, ve C) Bir resmi devlet politikası olarak eskiden Ermeni Platosu olarak bilinen alandaki Ermeni varlığının reddi” yoluyla soykırımsal sürece devam ettiler.

1919 baharında resmi hükümetin o dönemdeki başkent Konstantinopol’de gerçekleştirilen savaş suçları mahkemelerine rağmen, soykırımı tanımayı reddetmek, hatta şiddetle inkar etmek, 1923’te Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bütün Türk hükümetlerinin temel ilkesi oldu. İtilaf Devletleri tarafından yön verilen Nürnberg Mahkemelerini aksine, bu mahkemeler bütünüyle Osmanlı’nın üst düzey Türk yetkilileri ve hâkimlerinden oluşuyordu. Osmanlı Devleti’nin Ermeni vatandaşlarının kasıtlı imhasının sanıkları daha önceki katliamlarda olduğu gibi zorba padişahın birlikleri değil, bir siyasi partinin – İttihat ve terakki Cemiyeti’nin liderleri, daha yaygın bilinen isimleriyle Jön Türklerdi. Bu parti, Birinci Dünya savaşına giden yıllarda Türk Devletini kontrol etmekteydi, tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Partisi’nin Almanya’yı kontrol etmesi gibi. Jön Türkler’i yöneten üçlü otorite, merkez komitenin tüm üyeleri, İçişleri Bakanı ve sonra sadrazam (Başbakan) olan Talat Paşa, Savaş Bakanı Enver Paşa ve Donanma Bakanı Cemal Paşa ve onların yanı sıra soykırım sürecinin gerçek mimarları Dr. Nazım ve Dr. Şakir’den oluşuyordu. Bu beş kişi ve diğerleri Ermeni nüfusunun imhasını planlama ve bu süreci yönetmek suçlarından Türk mahkemeleri tarafından suçlu bulundular. İdama mahkum edilmekle beraber, bu karar maalesef gıyabiydi, çünkü hepsi zaten ülkeyi terk etmişlerdi.

Duruşmalar yalnızca Türk Devleti tarafından yürütülmekle kalmadı, aynı zamanda tutanaklar, usulünce, Türkiye resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de yayınlandı. Birleşik Devletler, Fransa, Büyük Britanya, İtalya, Vatikan ve daha da önemlisi Türkiye’nin savaş dönemi müttefikleri Almanya ve Avusturya’nın milli arşivleri tehcir ve kitle imhasıyla ilgili muazzam hacimdeki dosyalar, Ermeni nüfusunun katledilmesine dair harekat raporları, misyoner raporları, kişisel hesaplar ve askeri tebliğler yoluyla günlük olarak kaydedilen milyonlarca belge içeriyordu. Dünya basını da günlük olarak konuyla ilgili haber veriyordu. İlerleyen yıllarda, 1919 askeri mahkemelerinden hemen sonra, Atatürk’ün önderlik ettiği Türk milliyetçi hareketinin başından itibaren Ermeni nüfusuna karşı ayrımcılık politikası izlendi. Bu politika, nüfusun zorunlu tehciri nasıl tanımlanırsa tanımlansın -Türklerin daha çok inanmak istedikleri gibi savaş zamanı askeri çıkarla ya da etnik temizlikle- yasal olarak katledilen, sürgün edilen Ermenilere ve onların soyundan gelenlere ait olan mülklerin açık müsaderesini içeriyordu.

 

Dickran KOUYMJIAN